22 Eylül 2017 Cuma

OCAK ADABI-Zeynep TATAROĞLU

Türk olarak doğmak Allah’ın bize verdiği büyük bir lütuftur. Her Türk genci geçmişteki atalarını örnek alarak kendini geliştirmeli, geçmişine bakarak geleceğine hedef belirlemelidir.
Ülkü ocakları her Türk gencine kapısını açan kutlu bir dergâhtır. Ülkü Ocağı kurulduğundan beri İslamiyet’ten aldığı ahlakı her Türk gencine aşılamış ve aşılamaya devam ederek her bir neferin edepli, bilgili ve ahlaklı olmasını amaçlamıştır. Ocakta yapılan seminerler, toplantılar sayesinde her nefer geçmişini daha iyi öğrenip daha kültürlü bir birey olur. Bunun yanında edep, saygı gibi kavramlar çok önemlidir. Çünkü tarihte Türkler her daim başkalarına karşı edepli ve saygılı olmuştur.

  Ocak siyaset yeri değildir, yapılmaz. Ocak adam toplanacak, hava atılacak bir yer değildir. Oradaki neferlerin her biri gönüllerini Türk-İslam davasına vermiş ve bunun için çalışan Ülkücü Türk gençleri olması gerekir. Ocakta bir büyük içeri girince ayağa kalkılır ve o oturana kadar oturulmaz. Bu da büyüğe verilen saygıdan kaynaklıdır. Teşkilatta başkanlar vardır. Bu başkanlar görevini en layığıyla yapar ve kendisine verilen emirleri yerine getirmekle sorumludur. Ocak içinde disiplin de çok önemlidir. Seminer sırasında telefonlar kapatılmalı, biri konuşurken onun sözü bitene kadar dinlenmelidir. Bizler Türk-İslam davasına gönül vermiş ülkücü Türk gençliği olarak giyimimize, konuşmamıza, arkadaş çevremize, hal ve hareketlerimize çok dikkat etmeliyiz. Çünkü ülkücüler 'ipeğe sarılmış çelik gibidir.' Eğer bir nefer bunlara dikkat etmez ise bu bütün teşkilatı etkileyebilir.


  Ocaktaki herkes birbiriyle gönül bağıyla bağlıdır ve bizler gönül bağının önemini her zaman vurgularız. Ocakta hiyerarşik sistem vardır. Reisin ve başkanların verdiği emirleri herkes en kısa zamanda yerine getirmelidir. Başkanın görevini yapması için yaşının büyük olmasına gerek yoktur. O görev ona verildiyse en iyi şekilde yerine getirmelidir. Tabi bu samimiyetin saygıyla beraber  ölçülü bir hal alması gerekir. Çünkü sevginin yanında saygı da olmalıdır.

OCAK ADABI-AYBÜKE TOSKA

Ülkü Ocakları Türk gençliğinin yetişmesi ve gelişmesinde önemli rol oynamaktadır. Ocağa çıkan genci polise taş atarken, saygısızlık yaparken, madde kullanırken ya da Devletine, Milletine karşı gelirken göremezsiniz. Ülkü Ocakları Türk gençlerini siyasete dâhil etmek için değil Vatana Millete hayırlı bireyler yetiştirmek için vardır.

HİYERARŞİ SİSTEMİ
Ocakta her şeyden önce saygı gelir. Teşkilat içinde hiyerarşi çok önemlidir, kişi veya kişiler hiyerarşi ye uyum sağlamadığında uyarılır, eğer uyarıyı dikkate almamışsa teşkilat dışı kalır. Ocak içinde askeri sistem hâkimdir. Reis, reis yardımcısı gibi rütbeler vardır. Reis her şeyden haberdar edilmelidir, reis odaya girdiği zaman ayağa kalkılmalı ve reis oturmadan oturulmamalıdır.
Reise gereken saygıyı göstermeyenler cezasını alır, aldığı cezadan sonra saygısızlık kavramını unutmuş olur.

ÜLKÜ
Her insanın bir ülküsü hedefi vardır. Ülkücülerin en büyük Ülküsü TURAN'dır. Turan tüm Türk Devletlerinin bir araya gelip tek bir bayrak altında birleşmesidir.
Biz Ülkücüler hedefimize ulaşmak için sadece ocağa çıkmanın yeterli olmadığının farkındayız ve bu yüzden diğer gençlerden farklıyız. Türk gencinin her şeyden önce Vatanına en iyi şekilde en iyi yerden katkıda bulunmaktır hedefi. Bunun içinde eğitim çok önemlidir.

ADAP

Ocağa çıkan genç adabıyla her zaman örnektir. Kendi yaşantımızda da ülkücü kardeşlerimizin davranışlarını tavırlarını duyum aldığım zaman gururlanmamak elde değil. Küçüğümüz, büyüğümüz her zaman ve her yerde örnek durumdadır. Bizler Türk olarak yaratıldığımız için Allah'a şükrederiz. Ocakta şanlı Türk tarihini öğrenir ve Atalarımızı örnek alırız . Bundandır adabımız ile örnek oluşumuz, ağzımızdan argoda duymazsınız , hareketlerimizde kabalığı da görmezsiniz , kırılganlığı da  .Yerinde ve olması gerektiği gibi davranırız, tavrımız şereftir. Ocakta disiplin vardır gelen kim olursa olsun dışarıda olduğu gibi olamaz , ağızda sakız ile ocağa girilmez ,ağız yayıla yayıla konuşulmaz , rahatlığı abartık hareketler yapılmaz bu saygısızlıktır. Bu en başta dava yolunda dava için çabalayan,emek harcayan Ülkücülere ve Ülkücü şehitlerimize yapılmış bir saygısızlık olur.

3 Eylül 2017 Pazar

YUSUF AKÇURA-Gökçe Nur GÜLERCE


    2 Aralık 1876’da Moskova’nın doğusundaki Ulyanovsk’ta doğmuş, Kazan’a göç etmiş Kırım Türkleri’nden aristokrat bir ailenin mensubuydu. Yakınları tarafından asker olmaya teşvik edilen Akçura, onları dinleyerek Kuleli Askeri Lisesi’nde öğrenim gördükten sonra 1895 yılında Harbiye Mektebi’ne girdi.
   Türkçülüğü bir bütün olarak görmesi ve bunu sürekli savunması Akçura'nın başını dertten derde sokmuş, Harbiye’nin ikinci sınıfındayken Genç Türklük düşüncesine katılıp hizmet ettiği gerekçesiyle 45 gün mahkûm olmuş. Hapisten çıktıktan sonra bir hareketi daha görülürse okuldan atılacağı söylenmiş ve Erkan-ı Harbiye sınıfına ayrıldıktan birkaç ay sonra Taşkışla Divan-ı Harbi’nde yargılanmıştır. Mahkeme hiçbir sebep yokken Akçura ve arkadaşı Hikmet Vefik Bey’i askerlikten uzaklaştırmış. Aynı zamanda Akçura’yı müebbet olarak Fizan’a sürgün etmiş.
   Yusuf Akçura, milliyetçilik şuurunun Harbiye’de öğrenim görürken başladığını belirtmiştir. Yunan Harbi’nin hemen öncesine rastlayan bu dönemde Necip Asım’ın, Veled Çelebi’nin, Bursalı Tahir Bey’in Türkçülüğe ait yazıları yayınlanmakta ve Gaspıralı İsmail Bey’in “Tercüman”ı İstanbul’da dağıtılmaktaydı. Bu eserler Akçura’nın fikri gelişiminin temellerini atmışlardır.
   ''Üç Tarz-ı Siyaset'' eseriyle tanınan, akıllarda bu eseriyle yer edinmiş Yusuf Akçura belki de bu makaleyi yazarken, eserin Türkçülük akımının manifestosu olarak kabul edileceğinden habersizdi; ancak öyle olmadı.  Yusuf Akçura 1904 yılında yazdığı 32 sayfalık Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesini Mısır’da yayınlanan Türk Gazetesi'nde kafasındaki fikirleri yaymak, liberal zihniyetin içinde bulunan insanları da bilinçlendirmek amacıyla kullanmıştı.  Üç Tarz-ı Siyaset” adlı makalesiyle Türkçülüğü ilk defa bir siyaset şekli olarak ortaya koymuştur.
    Bu makalede açıklanmak ve hayata geçirilmek istenen düşünceler ise üç madde etrafında toplanmıştı. Bir Osmanlı ulusu meydana getirmek, İslâmcılığa dayanan bir devlet yapısı kurmak, Irak'a dayalı bir Türk siyasal ulusçuluğu meydana getirmek ana amaçlar içerisindeydi. Bunların hepsini Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu vahim durumdan birer kurtuluş yolu olarak nitelendirmiştir.
    Ancak onu Türkçülüğe katkılarıyla anmamızı sağlayacak tek eser Üç Tarz-ı Siyaset değildir.  Türkçülüğün tarihini yazan ilk araştırmacı olması, onu ''Türk Yılı 1928'' adlı eseriyle tarihe geçirmiştir. Böylece Türkçülük akımının önde gelen temsilcilerinden olduğunu kanıtlamıştır.        
   1897’de Malumat Dergisi’nde yayımladığı “Şehabettin Hazret” adlı ilk makalesini Rusya Türkleri ile Osmanlı Türkleri’ni tanıştırma amacıyla kaleme aldı. Belki de bu da amacının bir parçasıydı.
   Rus-Japon Savaşı ve onu takip eden 1905 ihtilâli ve Rus meşrutiyetinin ilanı sırasında Akçura Rusya’daymış ve uygun zemini bularak Türkçülüğü yaymak amacıyla Kazan’da tarih, coğrafya ve Osmanlı-Türk edebiyatı öğretmenliği yapmış.
   Akçura İstanbul’a döner dönmez, Türkçü çalışmalarına aynı hızla devam etmiş. Aralarında Ahmet Mithat, Emrullah Efendi, Necip Asım, Bursalı Fuat Raif, Feylesof Rıza Teyfik ve Ahmet Ferit gibi insanların bulunduğu kişilerle 25 Aralık 1908’de Türk Derneği’ni kurmuşlar.  Türk milliyetçiliğinin teşkilatlanmasında kurduğu dernek ve yazılarla oynadığı rol yadsınamaz derecededir.
   Akçura’nın Türkçü düşünce tarihindeki yeri, çağdaşı olan Ziya Gökalp’in gölgesinde kalmıştır fakat Mustafa Kemal Atatürk’ün çalışma arkadaşı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel yapısının oluşmasında katkıları olmuş.
   1916 yılında “Rusya Mahkûmu Müslüman Türk-Tatarların Hukukunu Müdafaa Cemiyeti” adlı büyük bir siyasi örgüt kurmuş. Bu örgüt Avrupa’nın çeşitli kentlerinde konferanslar verip yöneticilerle temasa geçerek Rusya’daki Türklerin haklarını dile getiriyormuş. Akçura’nın buradaki konferansları bir muhtıra şeklinde Fransızca ve Almanca olarak yayınlanmış. İsveç, Danimarka, Norveç, İsviçre ve ABD gibi o tarihlerde tarafsız olan ülkelere de Rusya’daki Türklerin durumunu anlatan ve yardım isteyen muhtıralar yollamış. Bu da onun Türkçülüğünün bir parçasıymış.
  Hatta 1918 yılında Rusya'daki Türk kandaşlarını kurtarmak üzere, oradaki Türk esirlerin serbest bırakılması yönünde görüşmeler yapmak için Rusya'ya gitmiş. Rusya’daki Türklerin bilinçlenmesi ve örgütlenmesi konusunda ö­nemli rol oynamıştır.
  1925’te açılan Ankara Hukuk Mektebi’nde siyasî tarih hocalığına baş­lamış, 1931’de Atatürk tarafından Türk Tarih Kurumu’nu kurmakla görevli bilim adamları arasında yer almış ve 1932’de buranın başına getirilmiş. 1933 Üniversite Reformundan sonra İstanbul Üniversitesi’nde Siyasi Tarih profesörlüğü de yapmış.
  1934’te sağlığı bozulan Akçura, 11 Mart 1935’te Kars Milletvekiliyken kalp krizi geçirerek ölmüş.
  Yusuf Akçura ömrü boyunca Türkçülük fikrine sadık kalmış. Sosya­list fikirleri de yakından tanıyan bir insan olarak, bu fikirleri Türkçülük fikriyle bağdaştırmaya çalışmış. Akçura’nın Türkçülüğü, Balkanlardan Çin’e kadar çeşitli ülkeleri kapsamaktadır. Osmanlı Devleti ise ona göre Türk Dünyası’nın ancak bir parçasıdır.
   Akçura tarih araştırmalarında faydacılığa taraftardır. Birinci Türk Tarih Kongresi’nde sunduğu tebliğde “Tarih mücerret bir ilim değildir. Tarih hayat içindir; Tarih milletlerin, kavimlerin varlıklarını muhafaza etmek, kuvvetlerini inkişaf ettirmek içindir” demiştir.
   Yusuf Akçura’nın “Bütüncü Türkçü” görüşlerinin Rus egemenliğinde yaşayan Türk devletlerinin bağımsızlıklarına kavuşmalarıyla yeniden güncel hale geldiğini söylememiz de mümkündür.


1 Eylül 2017 Cuma

KURULUŞUNDAN BUGÜNE OCAK ADABI-Dilay KURT

Ülkü Ocakları, kurulduğu günden bu güne kadar Türk gençliğine her zaman ahlak ve adabı öğretmiştir. Ülkü Ocakları, bünyesinde bulundurduğu disiplin, terbiye ve adabı İslamiyet’ten almıştır. İslam ahlak ve faziletine, Türklük onur ve şuuruna varmış olan her Türk genci gerek Ocak içinde gerek Ocak dışında her zaman örnek teşkil eder.
  Her şey Başbuğumuzu anlamakla, hissetmekle başladığı için Ocağa gelen her bir fert Alparslan Türkeş'in hayatını, fikirlerini, gayelerini, Türk-İslam davasını en iyi şekilde yaşatmak için çektiği ve katlandığı cefaları bilmesi şarttır. 
  Ülkücü terbiyesi almış olan her bir ülküdaşımız Ocak içinde ve dışında ne şekilde davranacağını bilir. Türk töresinin gereği büyüklerine saygı, küçüklerine sevgi göstermektir. Her ne kadar birbirimize kalbimizin en derinlerinden çok büyük bir sevgi besleyip, gönül bağıyla bağlı olsak dahi bu samimiyet suiistimal edilecek bir şey değildir. Aradaki saygı çizgisi hiçbir zaman aşılmamalıdır. Ocak içerisinde başkan veya reis geldiği zaman ayağa kalkılmalıdır. Bu onlara karşı gösterilen sevgi ve saygının bir ifadesidir. Ocak içerisinde ayak ayaküstüne atmak, laubali hareketlerde bulunmak, yüksek sesle konuşmak ve kahkaha atmak hal ve hareketlerden kaçınmalıdır. 
  Bir yerde başarıdan söz etmek istiyorsak orada disiplin olması gerekir. Hayatın herhangi bir alanında kendini disiplinize edememiş olan insan başarılı olamaz. Ocak adabının  süre gelirliği teşkilatın gelişmesi için de bir zorunluluktur. Çünkü disiplinin olmadığı yerde teşkilatlanmadan bahsedilemez.
Ülkü yolundaki dava erine başkanı bir şey emrettiği zaman verilen emrin anında yerine getirilmesi gerekir. Ocak içerisinde bu hiyerarşik yapının korunması teşkilat ve Türk gençliğinin geleceği açısından yerine getirilmesi gereken bir zorunluluktur. Ülkü Ocakları’nda başkan konumunda bulunan kişinin yaşı ve diğer özellikleri verilen emrin yerine getirilmesinde bir önem teşkil etmez. Önemli olan bulunduğu makamdır. O makamdan gelen emrin harfi harfine yerine getirilmesi gerekir. Başkanlarımıza ve reislerimize hiçbir şekilde saygıda kusur etmemeliyiz. Her yanlışın bir cezası bir karşılığı olduğu unutulmamalıdır.
  Bir ülkücü başıboş bilgisiz bir insan değildir. Amaçları olan, onları gerçekleştirmek için çaba sarf eden, her zaman yeni bir bilgi öğrenip kendini geliştirmek için canını dişine takan birisidir. Bunun için Ülkü Ocakları Türk gençlerine yeni bir bilgi kazandırmak, yeni bir ders vermek için seminerler vermektedir. Aslında her bir seminer kendi gelişimimiz için bir fırsattır. Seminer veren başkanımız veyahut reisimiz olsun onları can kulağıyla dinlemeliyiz. Seminerlere katılmaya özen göstermeliyiz.
  Sırtlamakta olduğumuz 'Türk-İslam' davasında Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun...



TÜRKİYE'DE ÇOCUK İSTİSMARI VE PEDOFİLİ-Aykız Gülşen SAKA

           Çocuk istismarı, çocuklarda ciddi morbidite ve mortaliteye neden olan sosyal ve medikal bir problemdir. Tanım olarak; çocu...