2 Aralık 1876’da Moskova’nın doğusundaki
Ulyanovsk’ta doğmuş, Kazan’a göç etmiş Kırım Türkleri’nden aristokrat bir
ailenin mensubuydu. Yakınları tarafından asker olmaya teşvik edilen Akçura,
onları dinleyerek Kuleli Askeri Lisesi’nde öğrenim gördükten sonra 1895 yılında
Harbiye Mektebi’ne girdi.
Türkçülüğü
bir bütün olarak görmesi ve bunu sürekli savunması Akçura'nın başını dertten
derde sokmuş, Harbiye’nin ikinci sınıfındayken Genç Türklük düşüncesine katılıp
hizmet ettiği gerekçesiyle 45 gün mahkûm olmuş. Hapisten çıktıktan sonra bir
hareketi daha görülürse okuldan atılacağı söylenmiş ve Erkan-ı Harbiye sınıfına
ayrıldıktan birkaç ay sonra Taşkışla Divan-ı Harbi’nde yargılanmıştır. Mahkeme
hiçbir sebep yokken Akçura ve arkadaşı Hikmet Vefik Bey’i askerlikten
uzaklaştırmış. Aynı zamanda Akçura’yı müebbet olarak Fizan’a sürgün etmiş.
Yusuf
Akçura, milliyetçilik şuurunun Harbiye’de öğrenim görürken başladığını
belirtmiştir. Yunan Harbi’nin hemen öncesine rastlayan bu dönemde Necip
Asım’ın, Veled Çelebi’nin, Bursalı Tahir Bey’in Türkçülüğe ait yazıları
yayınlanmakta ve Gaspıralı İsmail Bey’in “Tercüman”ı İstanbul’da
dağıtılmaktaydı. Bu eserler Akçura’nın fikri gelişiminin temellerini
atmışlardır.
''Üç
Tarz-ı Siyaset'' eseriyle tanınan, akıllarda bu eseriyle yer edinmiş Yusuf
Akçura belki de bu makaleyi yazarken, eserin Türkçülük akımının manifestosu
olarak kabul edileceğinden habersizdi; ancak öyle olmadı. Yusuf Akçura 1904 yılında yazdığı 32 sayfalık
Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesini Mısır’da yayınlanan Türk Gazetesi'nde
kafasındaki fikirleri yaymak, liberal zihniyetin içinde bulunan insanları da bilinçlendirmek
amacıyla kullanmıştı. Üç Tarz-ı Siyaset”
adlı makalesiyle Türkçülüğü ilk defa bir siyaset şekli olarak ortaya koymuştur.
Bu
makalede açıklanmak ve hayata geçirilmek istenen düşünceler ise üç madde
etrafında toplanmıştı. Bir Osmanlı ulusu meydana getirmek, İslâmcılığa dayanan
bir devlet yapısı kurmak, Irak'a dayalı bir Türk siyasal ulusçuluğu meydana
getirmek ana amaçlar içerisindeydi. Bunların hepsini Osmanlı Devleti'nin içinde
bulunduğu vahim durumdan birer kurtuluş yolu olarak nitelendirmiştir.
Ancak onu
Türkçülüğe katkılarıyla anmamızı sağlayacak tek eser Üç Tarz-ı Siyaset
değildir. Türkçülüğün tarihini yazan ilk
araştırmacı olması, onu ''Türk Yılı 1928'' adlı eseriyle tarihe geçirmiştir.
Böylece Türkçülük akımının önde gelen temsilcilerinden olduğunu
kanıtlamıştır.
1897’de
Malumat Dergisi’nde yayımladığı “Şehabettin Hazret” adlı ilk makalesini Rusya
Türkleri ile Osmanlı Türkleri’ni tanıştırma amacıyla kaleme aldı. Belki de bu
da amacının bir parçasıydı.
Rus-Japon Savaşı
ve onu takip eden 1905 ihtilâli ve Rus meşrutiyetinin ilanı sırasında Akçura
Rusya’daymış ve uygun zemini bularak Türkçülüğü yaymak amacıyla Kazan’da tarih,
coğrafya ve Osmanlı-Türk edebiyatı öğretmenliği yapmış.
Akçura
İstanbul’a döner dönmez, Türkçü çalışmalarına aynı hızla devam etmiş.
Aralarında Ahmet Mithat, Emrullah Efendi, Necip Asım, Bursalı Fuat Raif, Feylesof
Rıza Teyfik ve Ahmet Ferit gibi insanların bulunduğu kişilerle 25 Aralık
1908’de Türk Derneği’ni kurmuşlar. Türk
milliyetçiliğinin teşkilatlanmasında kurduğu dernek ve yazılarla oynadığı rol
yadsınamaz derecededir.
Akçura’nın
Türkçü düşünce tarihindeki yeri, çağdaşı olan Ziya Gökalp’in gölgesinde
kalmıştır fakat Mustafa Kemal Atatürk’ün çalışma arkadaşı olarak Türkiye
Cumhuriyeti’nin kültürel yapısının oluşmasında katkıları olmuş.
1916
yılında “Rusya Mahkûmu Müslüman Türk-Tatarların Hukukunu Müdafaa Cemiyeti” adlı
büyük bir siyasi örgüt kurmuş. Bu örgüt Avrupa’nın çeşitli kentlerinde
konferanslar verip yöneticilerle temasa geçerek Rusya’daki Türklerin haklarını
dile getiriyormuş. Akçura’nın buradaki konferansları bir muhtıra şeklinde
Fransızca ve Almanca olarak yayınlanmış. İsveç, Danimarka, Norveç, İsviçre ve
ABD gibi o tarihlerde tarafsız olan ülkelere de Rusya’daki Türklerin durumunu
anlatan ve yardım isteyen muhtıralar yollamış. Bu da onun Türkçülüğünün bir
parçasıymış.
Hatta 1918
yılında Rusya'daki Türk kandaşlarını kurtarmak üzere, oradaki Türk esirlerin
serbest bırakılması yönünde görüşmeler yapmak için Rusya'ya gitmiş. Rusya’daki
Türklerin bilinçlenmesi ve örgütlenmesi konusunda önemli rol oynamıştır.
1925’te
açılan Ankara Hukuk Mektebi’nde siyasî tarih hocalığına başlamış, 1931’de
Atatürk tarafından Türk Tarih Kurumu’nu kurmakla görevli bilim adamları
arasında yer almış ve 1932’de buranın başına getirilmiş. 1933 Üniversite
Reformundan sonra İstanbul Üniversitesi’nde Siyasi Tarih profesörlüğü de
yapmış.
1934’te
sağlığı bozulan Akçura, 11 Mart 1935’te Kars Milletvekiliyken kalp krizi
geçirerek ölmüş.
Yusuf
Akçura ömrü boyunca Türkçülük fikrine sadık kalmış. Sosyalist fikirleri de
yakından tanıyan bir insan olarak, bu fikirleri Türkçülük fikriyle
bağdaştırmaya çalışmış. Akçura’nın Türkçülüğü, Balkanlardan Çin’e kadar çeşitli
ülkeleri kapsamaktadır. Osmanlı Devleti ise ona göre Türk Dünyası’nın ancak bir
parçasıdır.
Akçura
tarih araştırmalarında faydacılığa taraftardır. Birinci Türk Tarih Kongresi’nde
sunduğu tebliğde “Tarih mücerret bir ilim değildir. Tarih hayat içindir; Tarih
milletlerin, kavimlerin varlıklarını muhafaza etmek, kuvvetlerini inkişaf
ettirmek içindir” demiştir.
Yusuf
Akçura’nın “Bütüncü Türkçü” görüşlerinin Rus egemenliğinde yaşayan Türk
devletlerinin bağımsızlıklarına kavuşmalarıyla yeniden güncel hale geldiğini
söylememiz de mümkündür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder