Dünyada
Ermenilere yapılan sözde soykırım konuşulurken tarihin tozlu sayfalarında kalan
ve konuşulmasına dahi izin verilmeyen konular var. Bunlardan biri de İngilizlerin
Mısır’da bulunan Seydibeşir esir kampında Türklere yaptığı soykırımdır.
Filistin Cephesinde, Birinci Dünya
Savaşı’nda İngilizlere esir düşen 16. Tümen’in 48. Alayı’na bağlı 15.000 Osmanlı
askeri bu kampta, salt Türk oldukları için öldürüldü. Yapılanlar
ise sır gibi saklanmaktadır. Hicaz-Yemen cephesinde Medine savunulurken açlık
ve koleradan kırılan Türkler esir alınıyor ve bu kamplara getiriliyordu. Zorluk
çıkaranlar ya Hintli askerler tarafından kırbaçlanıyor ya da sıcak kuma gömülerek
kolayca iknâ ediliyorlardı. 1. Dünya Harbi içinde ve sonunda İngilizlerin, Türklere
en kötü muamele ettikleri esir kampı olduğu iddia ediliyordu. Çoğu
kaynak bunların doğru olduğunu söylerken birkaçı da olanların uydurma
olduğundan bahsedip üzeri kapatmaya çalışılıyor. Bu iddiaların dayandığı iki
esaslı belge vardır. Bunlardan biri, 28
Haziran 1921 tarihli bir TBMM Hükümeti
kararıdır. Kararda TBMM başkanı olarak Mustafa Kemal Paşa’nın ve on bir
bakanın imzaları yer almaktadır. Bu belge, TBMM Hükümetinin, Mısır'daki
esir kamplarında 15.000 esiri
kasten malûl bırakan İngiliz tabipleriyle,
garnizon kumandan ve zabitleri hakkında siyasi takibatın başlatılması için
harekete geçilmesinin kararlaştırdığına ilişkindir. Diğer bir belge ise,
Meclis'in 28 Mayıs 1921 cumartesi
günü yapılan 37 oturumunda
Edirne milletvekilleri Faik ve Şeref beylerin verdikleri yazılı önergedir. Bu
önergenin baş kısmı Malta'da esir bulunan Türklerin iadesi çalışmalarıyla
ilgiliyse de son kısmında Mısır'daki kamplarda "kasten
kör edilen" Türk esirlerinden bahsedilmektedir. Son
bölüm şöyle: "...
Mısır'da bilintizam, İngiliz'in tathirat-ı fenniye (ilaçla temizleme)
bahanesiyle miktar-ı muayenininden (yeterli miktardan) fazla 'krîzol' banyosuna
sokarak gözlerini kör ettikleri 15.000 vatan evlâdının
üzerinde irtikab edilen (yapılan) bu cinayetin müteammit (önceden tasarlayan)
failleri olan İngiliz tabipleriyle garnizon kumandan ve zabitlerinin tecrim
(suçlu ilan) edilmesini de ilave eyleriz...
Söz konusu bu kampta İngilizlerin
yanında Araplar ve Ermeniler de bulunuyordu. 12 Haziran 1920’ye kadar iki yıl
boyunca her türlü işkence, eziyet, ağır hakaret ve aşağılamaya maruz kaldılar. Bunun
nedeni Ermenilerdi. Çünkü kampta Türkçe bilen Ermeniler tercümanlık yapmış ve
yalan yanlış çeviriler yapılarak İngiliz komutanları azılı Türk düşmanı haline
getirmişlerdir. Savaş bitmişti ancak, kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler
dışında binlerce Osmanlı askerini teslim etmek İngiliz'in işine gelmiyordu. Çünkü
olası yeni bir savaşta bu askerlerin yeniden karşılarına çıkabilecekleri
Ermeniler tarafından İngilizlerin beynine işlenmişti. Askerler saç ve
sakal tıraşına sokulmak istendiğinde İngilizler, Yahudi asıllı İngiliz ajanı
Sara’nın etkisinde kalarak askerlerin saç ve sakallarını yakmışlardır. Yanan
askerler sulara koşarak serinleyeceklerini düşünürlerken mikrop kırma
bahanesiyle havuzlara doldurulan dezenfektan yüzünden ciltleri yanmaya başlar.
Havuzlardan çıkmak isteseler de İngiliz askerleri dipçik darbeleriyle havuzdan
çıkmalarına izin vermemişlerdir. Çoğu zaman da havaya ateş açıyorlar, yaralanmamak
için kafalarını çaresizce suya sokan askerlerimiz ise bu sebepten kör olmuştur.
İngilizler esir düşen askerlerimizi geri vermemek için çareyi onları ortadan
kaldırmakta bulmuştur. Kör olan askerlerimizden sağ kalanları ise çölün ortasında
vücutlarına kesikler atılarak, çöl hayvanlarının yemeleri için orada terk
etmişlerdir. Çöl de yaşayan bedeviler onları buldukların da ise çok geçtir. Karamanlı
Asteğmen Ahmet (Altınay) Efendi kamptan sağ kurtulabilen üç beş kişiden biriydi
onun anlattıkları ise şöyle: “Savaş bitti dediler. Ama ölenlerin dışında
kimsenin kamp dışına çıkmasına izin vermedi İngilizler. Çünkü Ermeni
tercümanları beynini yıkamıştı İngiliz subayların. ‘Bundan sonra çıkacak
savaşta sizi doğrayacaklar; hem de burada tutuğunuz askerler!’ Buna inanan
İngilizler de süngülerle dürte dürte askerlerimizi ‘mikroplardan arıtma
kazanlarına’ soktular. Ama sıcak suya Krizol adlı bir ilaç atılmıştı bolca.
Ayağını sokan asker acıyla haykırıyordu; cayır cayır yakan Lizol’ün etkisiyle.
Suya kimse başını sokmak istemedi. Bunun üzerine İngiliz askerleri ateş etmeye
başladı: Askerlerimiz kurşunlardan sakınmak için diz çöktü, başlarını suyun
içine soktu. Başını çıkaran göremiyordu artık; kör olmuştu!’’
Bu yapılan insanlık suçu sebebiyle TBMM
hükümeti uzun bir süre İngiltere’yi soykırımla suçlamış fakat netice
alamamıştır. Yayınlanan belgelerin çoğu ortadan kaldırılmış ve bu olay unutulmaya
yüz tutmuştur. Türklerin bu kamplar da gördüğü insanlık dışı muamelelerin
yanında ‘sözde’ Ermeni soykırımını kanıtlamak için ‘’Şimdiye kadar kaç Ermeni öldürdünüz?’’
sorusu yöneltilerek esirlere baskı yapılmıştır. Tüm dünya, Türkleri hedef
alarak sözde soykırımların peşinde gezerken, insanlık suçu işlenen nice
yerlerde sessizliğini korudu ve korumaya devam ediyor. Bizler ise bu olayın
unutulmasında ön ayak oluyoruz. Şu unutulmamalıdır ki geçmişini anlamayan ve
onu araştırmayan halk ezilmeye mahkûmdur.