12 Ağustos 2018 Pazar

SAYGISIZ SAYGINLIK- ÇOLPAN


      İnsanlık varoluşundan bu yana temel ihtiyaçları olan ve Abraham Maslow ‘un 5 farklı kategoriye sığdırdığı ve ilk iki kategorinin ilk insandan bu yana hayatımızda büyük bir yer kapladığını görmekteyiz. Fizyolojik ve Güvenlik. Kısaca bahsedecek olursak Fizyolojik ihtiyaçlar “İnsanın biyolojik olarak yaşamını sürdürebilmesi için gerekli açlık, susuzluk, barınma, neslin devamı gibi ihtiyaçlar bu kategoridedir” Biyolojik ihtiyaçlar; İnsanların sosyal ihtiyaçlarının karşılandığı sosyal çevresi, sosyal güvenlik kuruluşları ve devleti bu kategoride değerlendirmek gerekir. [1] İlk iki kategori insanlığın yaşaması ve güvenliğini sağlaması için elinden geleni yapacağına dair bir işarettir. Ama bu ilk iki kategori aynı zamanda hayvanlar içinde geçerlidir. Peki bizi onlardan ayıran nedir? Eşrefi Mahlukat olarak yaratılmamız?  Aklımız? Ya da saygınlık? İşte tam olarak bu. Saygınlık çerçevesi altında ahlaklı erdemli ve akıllı insanlar oluruz. Saygınlık için insan oğlunun yapamayacağı şeyler yoktur. Post modernizm[2] dünyasının getirdikleri arasında saygınlık çok önemli bir yer kaplamaktadır. Aynı zamanda Abraham Maslow’un dördüncü kategorisinde yer almaktadır.

     Birey olarak insan tek başına hayat sürdüremeyeceği gibi Allah Ademe bir eş verdi. Ve insanlar zamanla çoğaldılar. Bu çoğalmalar önce kabileler halinde sonra devletçikler halinde ortaya çıktı.  Ünlü İslam Filozofu Farabi “El – Medinetü’l Fazıla” adlı kitabında bu konuya şöyle değinmiştir; “ Her insan kendini devam ettirmek ve en üstün mükemmelliğini elde etmek için bir çok şeye muhtaç olan yaratılışta varlığa gelmiştir. Onun bu şeylerin hepsini tek başına sağlaması mümkün değildir. Tersine bunun için o, her biri kendisinin özel bir ihtiyacını karşılayacak bir çok insana muhtaçtır. Her insan bir başka  insanla ilgili olarak aynı durumdadır. Bundan dolayı insan sahip olduğu tabi yaratılışının kendisine verilmesinin gayesi olan mükemmelliğine ancak birbiriyle yardımlaşan bir çok insanın bir araya gelmesi ile ulaşabilir.[3] Birey olarak insan saygınlık kazanmak istiyorsa önce mükemmeliyetçiliği yakalamak zorundadır. Ama günümüzde ya da 17. Yüzyılların sonuna doğru bu mükemmeliyetçilik, hırs ve kibir çerçevesinde ilerleyip devletler arası  birer  yarış  haline gelmiştir. 17. Yüzyıldan  sonlarında ki saygınlık; sömürgecilik  , kapitalizm, siyonizm ve ırkçılık gibi akımların ortaya çıkması ve ilerlemesi  ile devletlerin birbirine olan üstünlük gösterme çabası için en önde yürümüştür. Çünkü güç saygıyı doğuruyordu. Günümüzde  bu devletlerin barış, eşitlik ve özgürlükten bahsetmesi çok acı bir olaydır. En büyük katliamlar soykırımlar sözde eşitlik özgürlük için yapılmıştır.Ama insanlığımız bunu araştırıp öğrenmekten acizdir. Günümüzde en azından yakın tarihimizde bunları görmek mümkündür. Orta doğuda ki iç karışıklar. Sözde iç karışıklar diyoruz. Dış devletlerin bir oyunu olmadığını düşünmek için gerçekten kör sağır ve beyinsiz rolünü üstlenmek gerekir ki yeterince üstlenen bir kitle var.  Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun 1948 de  hazırladığı beyannamenin ilk 5 maddesine göz atacak olursanız Müslüman ülkeler hariç tüm ülkeler için geçerli olduğunu göreceksiniz. En yakın örnek Filistin Olayı. İnsan haklarının sessizliği gayet açık bir şekilde gözler önündedir. Ya da Doğu Türkistan. Türk-İslam dünyası büyük bir uykunun ve sessizliğin içindedir. Görmek için düşünmek, araştırmak ve bilmek gereklidir. Örneğin bu konu hakkında yakınlarda bir dizi projesi ile gündeme gelen Kut’ul Amare, 29 Nisan 1916 tarihinde Osmanlı Ordusunun Irak’ın Kut bölgesinde İngilizlere karşı kazandığı büyük bir zaferdir.   Osmanlı Devletinin I. Dünya savaşında Savunma Cephelerinden birisi olan Irak cephesi, İngilizlerin Araplara milliyetçilik fikrini aksedip onlara kendi devletlerini kurabileceklerini bağımsızlıklarını destekleyeceklerini söyleyerek çoğunluğu kendi taraflarına çekerek Osmanlı devletinin yanında yer almamıştır. Müslümanı Müslümana kırdırmak, dış güçlerin en iyi yaptığı bir eylemdir. Bunun sebebi tarihimize olan şuursuzluğumuzdur. Yukarıda bahsettiğim gibi düşünmemek,araştırmamak ve bilmemek.
      İnsanlığın mülkiyet için olan savaşı bitmeyeceği gibi onlarca insanın bu uğurda öldürüleceğine göz ardı edilemez bir gerçektir.  Fransız Filozof Jean Jacques Rousseau Toplum sözleşmesi adlı kitabında şöyle yazar;” İnsanlar o ilk bağımsızlıkları içinde yaşarlarken aralarında barış ya da savaş hali olabilecek kadar değişmez ilişkiler söz konusu olmadığından doğal olarak birbirlerine düşman değildirler. Savaşı doğuran, insanlar arasında ki ilişkiler değil olaylar arasında ki ilişkilerdir.” [4]  Mülkiyet anlayışı savaşı doğuran önemli nedenlerdendir. Bazı akımlar bunun çerçevesinde kurulmuştur. Saygınlık bu sayede önem kazanmıştır. Çıkar ve menfaat eşittir saygınlık haline gelmiştir.  Tanımadığınız insanı bir anda sevemez ama ona saygı gösterirsiniz. Duygusal bağlamda ele alındığında farklı bir boyut karşımıza çıkar. Burada olaylar karşısında saygı kavramına ne anlam yüklediğimiz önemlidir.

     İnsanoğlu düşünmekten korkmamalı ve kaçmamalıdır. Düşünmek size kim olduğunuzu hatırlatır. Ne için var olduğunuzu ve ne için savaştığınızı, nereden geldiğinizi, dostunuzu düşmanınızı hatırlatır. Kavramların arkasında sakladığı gerçekleri gösterir. Ya da kavramların gerçekliğini , insanlığın yüklediği anlamları öğretir. Her kavram zamanla farklı anlamlar haline geliyor. Zaman içinde farklı anlamlar yüklüyoruz ya da tamamen hayatımzdan çıkarıyoruz. Geçmişte var olmuş gelecekte  son bulmuş olan…. 



[1] http://pskolojk.blogspot.com.tr/2012/05/maslowun-ihtiyac-piramidi.html
[2] postmodernizm; "modernliğin parametrelerine, bilimsel bilginin üstünlüğüne, pozitif bilimlere, doğrusal gelişmeye, ulusdevlet anlayışına, endüstriyalizme, kapitalizme, demokrasiye, lâikliğe, insan haklarına, teknolojiye, bürokrasi ve uzmanlaşmaya karşı gelen ve onları sorgulayan; buna karşın belirsizliğe, parçalılığa, farklılığa, etnikliğe, altkültürlere, kültürel çoğulculuğa, bilgiye yönelik çoğulcu bakış açısına, yerel bilgiye, yerelliğe, özgünlük ve özgürlüklere ayrıcalık tanıyan bir hareket'tir (Kızılçelik, 1996, s.28).
[3] Farabi, El-Medinetü’l Fazıla,Çev. Ahmet Arslan,Divan Kitap, İstanbul,2015,s.97
[4] Rousseau,J.J, Toplum Sözleşmesi, Çev.İsmail Yerguz, Say yayınları,  İistanbul.2012.s.63

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

TÜRKİYE'DE ÇOCUK İSTİSMARI VE PEDOFİLİ-Aykız Gülşen SAKA

           Çocuk istismarı, çocuklarda ciddi morbidite ve mortaliteye neden olan sosyal ve medikal bir problemdir. Tanım olarak; çocu...