İnsanlık
varoluşundan bu yana temel ihtiyaçları olan ve Abraham Maslow ‘un 5 farklı
kategoriye sığdırdığı ve ilk iki kategorinin ilk insandan bu yana hayatımızda
büyük bir yer kapladığını görmekteyiz. Fizyolojik ve Güvenlik. Kısaca
bahsedecek olursak Fizyolojik ihtiyaçlar “İnsanın biyolojik olarak yaşamını sürdürebilmesi için
gerekli açlık, susuzluk, barınma, neslin devamı gibi ihtiyaçlar bu
kategoridedir” Biyolojik ihtiyaçlar; İnsanların sosyal ihtiyaçlarının
karşılandığı sosyal çevresi, sosyal güvenlik kuruluşları ve devleti bu
kategoride değerlendirmek gerekir. [1]
İlk iki kategori insanlığın yaşaması ve güvenliğini sağlaması için elinden
geleni yapacağına dair bir işarettir. Ama bu ilk iki kategori aynı zamanda
hayvanlar içinde geçerlidir. Peki bizi onlardan ayıran nedir? Eşrefi Mahlukat
olarak yaratılmamız? Aklımız? Ya da
saygınlık? İşte tam olarak bu. Saygınlık çerçevesi altında ahlaklı erdemli ve
akıllı insanlar oluruz. Saygınlık için insan oğlunun yapamayacağı şeyler
yoktur. Post modernizm[2]
dünyasının getirdikleri arasında saygınlık çok önemli bir yer kaplamaktadır.
Aynı zamanda Abraham Maslow’un dördüncü kategorisinde yer almaktadır.
Birey olarak insan tek başına hayat
sürdüremeyeceği gibi Allah Ademe bir eş verdi. Ve insanlar zamanla çoğaldılar.
Bu çoğalmalar önce kabileler halinde sonra devletçikler halinde ortaya
çıktı. Ünlü İslam Filozofu Farabi “El –
Medinetü’l Fazıla” adlı kitabında bu konuya şöyle değinmiştir; “ Her insan
kendini devam ettirmek ve en üstün mükemmelliğini elde etmek için bir çok şeye
muhtaç olan yaratılışta varlığa gelmiştir. Onun bu şeylerin hepsini tek başına
sağlaması mümkün değildir. Tersine bunun için o, her biri kendisinin özel bir
ihtiyacını karşılayacak bir çok insana muhtaçtır. Her insan bir başka insanla ilgili olarak aynı durumdadır. Bundan
dolayı insan sahip olduğu tabi yaratılışının kendisine verilmesinin gayesi olan
mükemmelliğine ancak birbiriyle yardımlaşan bir çok insanın bir araya gelmesi
ile ulaşabilir.[3]
Birey olarak insan saygınlık kazanmak istiyorsa önce mükemmeliyetçiliği
yakalamak zorundadır. Ama günümüzde ya da 17. Yüzyılların sonuna doğru bu
mükemmeliyetçilik, hırs ve kibir çerçevesinde ilerleyip devletler arası birer
yarış haline gelmiştir. 17. Yüzyıldan sonlarında ki saygınlık; sömürgecilik , kapitalizm, siyonizm ve ırkçılık gibi
akımların ortaya çıkması ve ilerlemesi ile devletlerin birbirine olan üstünlük
gösterme çabası için en önde yürümüştür. Çünkü güç saygıyı doğuruyordu.
Günümüzde bu devletlerin barış, eşitlik
ve özgürlükten bahsetmesi çok acı bir olaydır. En büyük katliamlar soykırımlar
sözde eşitlik özgürlük için yapılmıştır.Ama insanlığımız bunu araştırıp
öğrenmekten acizdir. Günümüzde en azından yakın tarihimizde bunları görmek
mümkündür. Orta doğuda ki iç karışıklar. Sözde iç karışıklar diyoruz. Dış
devletlerin bir oyunu olmadığını düşünmek için gerçekten kör sağır ve beyinsiz
rolünü üstlenmek gerekir ki yeterince üstlenen bir kitle var. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Komisyonu’nun 1948 de hazırladığı
beyannamenin ilk 5 maddesine göz atacak olursanız Müslüman ülkeler hariç tüm
ülkeler için geçerli olduğunu göreceksiniz. En yakın örnek Filistin Olayı.
İnsan haklarının sessizliği gayet açık bir şekilde gözler önündedir. Ya da Doğu
Türkistan. Türk-İslam dünyası büyük bir uykunun ve sessizliğin içindedir.
Görmek için düşünmek, araştırmak ve bilmek gereklidir. Örneğin bu konu hakkında
yakınlarda bir dizi projesi ile gündeme gelen Kut’ul Amare, 29 Nisan 1916
tarihinde Osmanlı Ordusunun Irak’ın Kut bölgesinde İngilizlere karşı kazandığı
büyük bir zaferdir. Osmanlı Devletinin I. Dünya savaşında Savunma
Cephelerinden birisi olan Irak cephesi, İngilizlerin Araplara milliyetçilik
fikrini aksedip onlara kendi devletlerini kurabileceklerini bağımsızlıklarını
destekleyeceklerini söyleyerek çoğunluğu kendi taraflarına çekerek Osmanlı
devletinin yanında yer almamıştır. Müslümanı Müslümana kırdırmak, dış güçlerin
en iyi yaptığı bir eylemdir. Bunun sebebi tarihimize olan şuursuzluğumuzdur.
Yukarıda bahsettiğim gibi düşünmemek,araştırmamak ve bilmemek.
İnsanlığın mülkiyet için olan savaşı
bitmeyeceği gibi onlarca insanın bu uğurda öldürüleceğine göz ardı edilemez bir
gerçektir. Fransız Filozof Jean Jacques
Rousseau Toplum sözleşmesi adlı kitabında şöyle yazar;” İnsanlar o ilk
bağımsızlıkları içinde yaşarlarken aralarında barış ya da savaş hali
olabilecek kadar değişmez ilişkiler söz konusu olmadığından doğal olarak
birbirlerine düşman değildirler. Savaşı doğuran, insanlar arasında ki ilişkiler
değil olaylar arasında ki ilişkilerdir.” [4] Mülkiyet anlayışı savaşı doğuran önemli
nedenlerdendir. Bazı akımlar bunun çerçevesinde kurulmuştur. Saygınlık bu
sayede önem kazanmıştır. Çıkar ve menfaat eşittir saygınlık haline gelmiştir. Tanımadığınız insanı bir anda sevemez ama ona
saygı gösterirsiniz. Duygusal bağlamda ele alındığında farklı bir boyut
karşımıza çıkar. Burada olaylar karşısında saygı kavramına ne anlam
yüklediğimiz önemlidir.
İnsanoğlu düşünmekten korkmamalı ve
kaçmamalıdır. Düşünmek size kim olduğunuzu hatırlatır. Ne için var olduğunuzu
ve ne için savaştığınızı, nereden geldiğinizi, dostunuzu düşmanınızı
hatırlatır. Kavramların arkasında sakladığı gerçekleri gösterir. Ya da
kavramların gerçekliğini , insanlığın yüklediği anlamları öğretir. Her kavram
zamanla farklı anlamlar haline geliyor. Zaman içinde farklı anlamlar yüklüyoruz
ya da tamamen hayatımzdan çıkarıyoruz. Geçmişte var olmuş gelecekte son bulmuş olan….
[2] postmodernizm; "modernliğin parametrelerine,
bilimsel bilginin üstünlüğüne, pozitif bilimlere, doğrusal gelişmeye,
ulusdevlet anlayışına, endüstriyalizme, kapitalizme, demokrasiye, lâikliğe,
insan haklarına, teknolojiye, bürokrasi ve uzmanlaşmaya karşı gelen ve onları
sorgulayan; buna karşın belirsizliğe, parçalılığa, farklılığa, etnikliğe,
altkültürlere, kültürel çoğulculuğa, bilgiye yönelik çoğulcu bakış açısına,
yerel bilgiye, yerelliğe, özgünlük ve özgürlüklere ayrıcalık tanıyan bir
hareket'tir (Kızılçelik, 1996, s.28).
[3] Farabi,
El-Medinetü’l Fazıla,Çev. Ahmet Arslan,Divan Kitap, İstanbul,2015,s.97
[4] Rousseau,J.J,
Toplum Sözleşmesi, Çev.İsmail Yerguz, Say yayınları, İistanbul.2012.s.63
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder