9 Temmuz 2017 Pazar

-GEZİ PARKI OLAYLARINA BİR BAKIŞ- Hilal YAKŞİ


Can parçamız, canfeda vatanımızda belli aralıklarla büyük olaylar cereyan ediyor. Şüphesiz ki Türk milletinin inancı ve büyük iradesi ile de bunlar püskürtülüyor. Meydana gelen bu olaylardaki “gerçek amaç nedir, kimlerden kaynaklanmaktadır ve kimler bunlara maşa olmaktadır” soruları ise cevabını aradığımız sorulardan. Elbette ki bunların perde arkasını vatandaşlar kolaylıkla göremez veyahut görülmesi istenmez… Ancak gözümüzün önünde yaşananları da mı yorumlayamayıp akıl erdiremeyeceğiz?

Şu günlerde yıldönümünü yaşadığımız Gezi Parkı Olaylarına değinmek gerekirse; çevreci bir eylemle başladığını biliyoruz. Yayalaştırma projesi kapsamında bölgenin yeniden şekillendirilmesine ağaçların zarar göreceği endişesiyle karşı çıkan çevreci bir eylem. Zamanla bu amacından sapıp çok daha farklı boyutlara ulaşıyor Gezi Parkı’nda yaşananlar. Bu ülkede herkesin düşüncesini ifade özgürlüğü vardır fakat etrafına, esnaflara, fiziki ve sosyal çevreye hele ki milli-manevi değerlere zarar vermeye katiyen hakkı ve cüreti yoktur. Kendi fikrini bu şekilde savunmak ve böyle direndiğini sanmak da ayrı bir ironidir. Her şeyden önce Türk bayrağını yakmak nedir? Aklı başında bir Türk vatandaşının sergileyebileceği bir hareket midir? Binalara, panolara ideolojik düşüncelere ait poster, fotoğraf asılması, buna yönelik yazılar yazılmasının sebebi nedir? Tabi bunların ağırlıklı olarak sol zihniyet ve yandaşlarına ait olmasına ne demeli? Devlet büyüklerine, bakanına, güvenlik güçlerine, memuruna ayarsızca hakaret etmenin, küfretmenin de bir mantığı yoktur. Her yere zarar verip yakıp yıkmak da bir sonuç getiremez. Bunları eylem yapanların sorgulamaması, sabahtan akşama kadar işleri yokmuşçasına meydanlarda, sokaklarda bulunmaları, ülkemizi verdikleri tahribatlardan dolayı 140 milyon liradan fazla zarara uğratıp karşılığında sonsuz hizmet ve hoşgörü beklemeleri oldukça düşündürücüdür.

Olayların yaşandığı dönemin hükümetini savunmak gibi bir amacım yok ancak taraflı veya tarafsız yönden bakıyorum ve bir Türk genci olarak sahip olduğumuz en büyük servetimiz eşsiz yurdumuzun her geçen gün türlü türlü oyunlara istemsizce kucak açabildiğini görebiliyorum. Bunun en önemli nedenlerinin; vatandaşlarımızın milli değerlerden yoksun olmaları, bilgisi olmadığı halde içinde bulunduğu gruba veya sempati duyduğu topluluğa akıl çerçevesiyle yaklaşmayıp o akıntıya kapılıp gitmeleri olarak kabul ediyorum. Ne yazık ki bazen bu insanların ülkenin refahını, huzurunu istemediğini düşünüyorum. Umarım bu kötümser fikrimde yanılıyorumdur ve her vatandaşımızın ülkemiz için emek harcadığını kabul etmek zorunda kalırım.


7 Temmuz 2017 Cuma

-KERKÜK KATLİAMI-

XI. yy ortalarında, Yakındoğu da Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nu kurmak suretiyle Ortaçağ tarihinde çok kıymetli rol oynamış olan, Orta Asya’dan Irak'a göç ederek buralara yerleşen ve daha sonra Irak'ı vatan olarak benimseyen Türk boylarına Türkmen adı verilmiştir. Irak Türkleri, Türkmeneli diye adlandırılan Irak'ın kuzeybatısından güneydoğusuna doğru uzanan, Araplar ve Kürtler arasında, bir kalıp şeklindeki bölgede yaşamaktadır.


Iraklı Türkmenler, yaşadıkları bölgelerde Musul Meselesinin ortaya çıkmasına kadar huzur içinde yaşamışlar, ancak İngilizlerin, Musul’un Irak’a dahil edilmesi yönündeki yoğun çabalarının başlamasından itibaren, huzursuz bir yaşam sürdürmüşlerdir. Ülkelerine ve tarihlerine sıkı sıkıya bağlı olan Türkmenler, Musul bölgesinin Türkiye’den ayrılmasına tahammül edememiş ve İngilizlere karşı çeşitli mücadelelere girişmişlerdir. Bu mücadelelerin daha başlangıcında, İngilizler karşılık vermekte gecikmemişler ve Türkmenler 1924 yılında İngilizler tarafından yapılan bir katliama maruz kalmışlardır. Irak’ta okuma-yazma oranı en yüksek topluluk olan Türkmenler, Musul’un Irak’a dahil edilmesinden sonra Irak yönetimiyle hiç anlaşamamış ve çözümü kendi içine çekilmekte bulmuşlardır. Bu kabuğa çekilme politikası, Türkmenleri bir müddet rahatlatmış olsa da, 1946 yılında kendilerine yönelik planlanan katliamdan habersiz bırakmıştır. Tarih boyunca Türkmenlere çeşitli katliamlar ve soykırımlar yapılmıştır.

Kaçakaç katliamı - Telafer, 1920
Levi katliamı - Kerkük, 1924
Gavurbağı katliamı - Kerkük, 1946
Kerkük katliamı - 14-17 Temmuz 1959
Tazehurmatu katliamı 1, 1970
Türkmen liderlere yönelik katliam, 16 Ocak 1980
Tazehurmatu katliamı 2, 25 Mart 1991
Erbil katliamı, 31 Ağustos 1996
Tuzhurmatu katliamı, 22 Ağustos 2003
Telafer katliamı 2, 21 Şubat 2005
Musul katliamı, 24 Eylül 2005
Yengice katliamı, 10 Mart 2006
Karatepe katliamı, 4 Haziran 2006
Kerkük katliamı, 13 Haziran 2006
Tavuk katliamı, 8 Haziran 2007
Amirli katliamı, 7 Temmuz 2007
Tazehurmatu katliamı 3, 20 Haziran 2009
Tuzhurmatu, 25 Haziran 2013

ve en son 13 Temmuz 2013 te Kerkük’te yapılan katliamlardır.

Bunlardan en büyüğü Kerkük Katliamıdır.

KERKÜK KATLİAMI

Bin yıldan beri Irak ta varlık gösteren Türkmenler, Birinci Dünya Savaşından sonra Türkiye’den koparılmışlar ve İngiliz mandası olarak ihdas edilen Irak Devletinin vatandaşları olmuşlardır.

Türkmenlerin en önemli yerleşim merkezleri, Musul'un batısındaki Telafer ilçesi ve çevresindeki Türkmen köyleridir.
Nüfus oranları ile Irak'ın üçüncü unsuru olan Türkmen toplumu, özellikle diktatör yönetiminin acımasız uygulamaları karşısında yıllarca dayanmaya çalışmışlardır. Türkmenlerin evleri, tarım arazileri ellerinden alınmış, ticari faaliyetleri kısıtlanmıştır.

Varlıklarını günümüze kadar sürdüren Türkmenler, çeşitli yönetimler tarafından zaman zaman soykırımlara maruz kalmış, unutulması mümkün olmayan günler yaşamışlardır. Bunların arasında 14 Temmuz 1959 tarihinde Kerkük te meydana gelen soykırım Türkmenlerin yaşadığı en büyük facialardan biridir. Tarihe 'Kerkük Katliamı olarak geçen bu soykırımda insanlık dışı vahşetler yaşanmıştır. Irak’ta cumhuriyetin ilanının birinci yıldönümünde kutlama şenliklerine katılmak amacıyla çoluk çocuk genç ihtiyar kadın erkek bütün Türkmen halkı milli giysileri ile sokağa çıkmışlardı. Ancak törenin başlaması ile birlikte, silahsız olan Türkmenlere karşı saldırıya geçtiler. Soykırım planına göre, önceleri sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Her zaman yasalara saygılı olan Türkmenler de bu çağrıya uyarak evlerine çekilmişlerdir. Ardından  Türkmen ileri gelenleri, birer ikişer evden alınarak Kerkük Kışlasına götürülmüşlerdi. Burada kurulan sözde halk mahkemelerinde, alay ve hakaretlere maruz kalan Türkmenlerin değerli şahsiyetleri,5 -10 dakikalık süre zarfında yargılanmışlar ve kurşuna dizilmişlerdir.

ATA HAYRULLAH

Türk düşmanları nerede bir Türkmen evi bulsalar onu sağlam bırakmadılar. 
Türkmen lideri Ata Hayrullah 14 Temmuz katliamının ilk gecesinde evde çocuklarıyla konuşmuş, onlara Türk tarihinden söz ederek o vakitte tüm aile fertlerinin Türk milli kıyafetlerini giymelerini istemişti. Kendisi de onlarla beraber iken işgalciler seni kumandan kışlada istiyor diyerek onu Türklerin ölüm meydanına götürdüler. Onu kışlanın önünde bir ağaca bağladıktan sonra diri diri etlerini keserek etlerini etrafta bulunan hayvanların önüne atmaya başladılar.
Türkmen şehitlerinin cesetleri ip ve ya sicim aracılığı ile motorlu araçlara bağlanmış ve sokaklarda sürüklenerek dolaştırılmışlardır. Üç gün üç gece süren bu katliamda kimi şehidin bedeni elektrik direklerinde asılı tutulmuş, kiminin gözleri oyulmuş; kimileri diri diri toprağa gömülmüştür.

Bazı Türk evlatları tutuklandıktan sonra ayağına ipler takılarak ters yönde hareket eden iki ayrı cipe bağlandı böylece bedenleri iki parçaya ayrıldı, bazılarının üzerlerinden traktör ve kamyon geçirildi.Bu vahşetler  devam ederken  Türklere ait mağaza dükkân, ticaret merkezleri ve evler yağmalandı.
İnsanlık tarihinde benzeri görülmemiş bu kanlı olayların duyulması, bütün Irak ta büyük yankı uyandırdı ve şok etkisi yarattı. Irak’ın dışında duyulan bu soykırım haberi, dış basında ve radyolarda geniş biçimde yer aldı. Şam, Kahire, Beyrut ve Londra da da duyulan Kerkük Katliamının haberlerine Türk basını da geniş yer verdi. Kerkük katliamının iç ve dış kamuoyunda tepki ve nefret uyandırması üzerine General Kasım 20 Temmuz da Bağdat’taki Mar Yusuf Kilisesinde söylediği nutukta soykırımı hareketini telin etmek ve sorumluları kınayarak, suçluların ağır biçimde cezalandırılacaklarını bildirmek zorunda kaldı. Kasım, katliamın maksatlı olarak tasarlanmış olduğunu ve sorumluların mahkemeye verileceğini ilan etti.

İNTİKAM HAREKETLERİ 

Kerkük katliamının elebaşlarının cezalandırılacakları yolunda, Bağdat yönetiminin verdiği sözlerin yerine getirilmediğini gören  Türkler büyük bir infial gösterdiler. Katil ve cani zanlıların dışarıda serbestçe dolaştıklarının görülmesi Türkleri çileden çıkarmaya yetmişti. Bir süre sonra serbest bırakılan katillerin suikastlarla teker teker  öldürülmeğe başlandıkları ve böylece Türklerin intikam hareketlerine girişerek, kendi haklarını almaya yöneldiklerini görüldü. Türk  fedailerinin gerçekleştirdiği bu intikam hareketleri sonucunda 40 kadar katil, hak ettikleri cezayı gördü ve adaleti, meçhul Türk fedaileri gerçekleştirmiştir.



-YUNANLILARIN TÜRK SOYKIRIMI VE UYGULADIĞI MEZALİM- Dilay KURT


Türk'ü adını, Türk’e ait her şeyi  Avrupa'dan silmek için Haçlı zihniyeti toplu katliamlara, Türklere reva görülen işkencelere, Yunan ordusu ile yerli Rumların Ege Bölgesi'nde, Marmara Bölgesi'nde, Trakya'da, Karadeniz Bölgesi'nde büyük can ve mal kaybına neden olan soykırımlara başladılar.

Yunan askerleri Bergama'ya gelir gelmez, kumandaları kasabanın ileri gelenlerini toplayarak "Kimsenin mal, can ve ırzına dokunulmayacak." denmiş ancak ertesi gün cinayetlere başlamışlardır. Tekeli köyü muhtarı Mehmet Ali Ağa hiçbir sebebi yokken birden şehit edildi ve bütün malları yağmalandı. Yağma ve işkencelerden usanmış olan halk, işgalin 5.günü  1000 kişiden fazla olan Yunan kuvvetine hücum ettiler.8 saat süren kanlı bir çarpışma neticesinde Yunanlar ağır kayıplar vererek gece şehri terk edip, Menemen istikametinde çekilmeye mecbur oldular.

Menemen'e kadar yolda denk geldikleri  köyleri yakıp yıkarak ahalisine ellerinden geldiği kadar zulüm ve işkence ettiler. Yunanlar ertesi gün 4.000 kişilik yeni bir kuvvet çıkararak,3 koldan şehre hücuma geçtiler. Tüccar Faik, Telgraf Müdürü Mehmet Asım, Düyun-u Umumiye memuru Ali ve oğulları daha birçok kimseyi feci şekilde öldürdüler. Bergama'ya uzanan yol boyunca köylerdeki çiftliklerin hepsini yaktılar ve ahalisini 70'lik ihtiyardan kundaktaki bebeğe kadar kılıçtan geçirdiler!

Bergama'da  vazifeli bulunan İngiliz Yüzbaşı Baxter William'ın anlattıkları:
"Bababekir Mahallesinde bir eve afyoncu 2 Yunan askerinin daldığını gördüm... Hemen arkasından içeriden gürültü ve bağrışmalar gelmeye başladı. Evin erkeğini sürükleyerek merdivenlerden aşağı indirdiler. Osman'ın kızı Fatma'yı 2 Yunan askeri, elbiselerini yırtarak soymaya ve bağlamaya çalışıyorlardı! O sırada duyduğum sesin nasıl vicdanları parçalayıcı olduğunu anlatamam. 'Alçaklar!' diye bağırdım. Beni zorla merdivenlerden indirip sokağa attılar! Kan tutmuş gibi, tekrar Osman'ın evine döndüm. Çıt çıkmıyordu. Merdivenlerden çıkınca gördüğüm feci manzara karşısında dilim tutuldu. Osman'ın karısı ve kızı çırılçıplaktılar. Bütün vücutları kan içinde idi. Genç kızın mavi gözleri açık kalmıştı..."
İzmir'i işgâl eden Yunan kuvvetleri aynı bahanelerle bir kaç gün sonra Manisa'yı da işgâl altına aldılar. Yunan askerinin şehre girmesinden sonra taarruz ve tecavüzlerine birlikte devam ettiler! Önce bir sıkıyönetim ilân ettiler. Kadınların üstü başı yoklanmak bahanesiyle veya evlerine girerek tecavüzlerde bulundular. Birçok Müslümanın fesleri başından alınarak yırtılıyordu. Her gün birçok bahane ile Müslüman Türkleri durdurarak Divân-ı Harb'e gönderip işkence yaptılar... Bunlardan tüccar Musa Kazım Efendi şunları anlatmaktadır:
"Yerli Rumlar'dan bazıları insanları alı koyup işkencelerle öldürdüler. Cenazelerin muayenesinden, birisinin 55 yaşında ki Uncu Mehmet Bey olup,  burnunun ve kulaklarının kesildiği, gözünün süngü ile oyulduğu, karnının derisinin koyun gibi yüzüldüğü ve bu işkencelerinin canlı olduğu sırada yapıldığı anlaşılmıştır."

Manisa'da devam eden zulümler ve katliamlar hakkında İzmir Müdafaa-yı Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti'ne verilen bilgiler:
"Manisa'da oduncu İbrahim evinden alınarak götürülmüş, eski Mevlevihane civarında kesilmiş olarak bulunmuştur. Çarşı Camii imamı Muhiddin Efendi, 'Yunanlar aleyhine dua etmek' ithamıyla dövülmüştür. "Bu meyanda evlerine taarruz edilen, malları yağmalanan kimseler pek çoktur. Manisa'daki mezalim, büyük yangınla tamamlanmıştır. Karacabey savcısı Ali Kemal Bey de şu hadiselere şahit olmuştur:
"...Gördüğüm manzara korkunçtu. Duvar diplerinde, avluda, merdiven üzerinde kadınların ırzlarına geçiliyor, dayak atılıyor ve bıçaklar saplanıyordu... Ayaklarının altında o anda doğurduğu bebek bulunan bir kadın, hâlâ dayak yemekteydi!"
Haçlıların girdiği her diyarda yerli halk zulüm ve işkencelerle yok edildi. Dünyada en çok soykırıma uğrayan millet, Türklerdir fakat biz milyonlarca insanı hudutlarımız içine aldık, ne erkeklere, ne kadınlara, hiç bir zaman böyle zulüm yapmadık. O yüzdendir ki, bugün Sırbistan'da Sırplar, Romanya'da Romenler, Yunanistan'da Yunanlar ve Endülüs'te İspanyol ve Portekizliler yaşıyor.


-DOĞU TÜRKİSTAN’A UYGULANAN SOYKIRIMLAR

Doğu Türkistan tarihte Türklerin ilk var oldukları ve Karahanlılar Devleti (840-1212) Hükümdarı Abdulkerim Satuk Buğrahan ile birlikte toplu hâlde İslam'ı kabul ederek ilk Türk İslam devletinin kurulduğu coğrafyadır. Yakın tarihimizde Hoca Niyaz Hacı önderliğinde 1933'te Kaşkar'da Doğu Türkist Cumhuriyeti kuruldu. 1944'te ise Gulca'da Doğu Türkistan Cumhuriyeti adıyla Alihan Töre önderliğinde ikinci bağımsız Türk devleti kurulmuştur. Her iki devlet de Çin tarafından yıkılmıştır. 1949'daki Mao'nun kızıl devrimiyle Doğu Türkistan uluslararası hukuk kuralları ihlal edilerek işgal edilmiştir.
Çin'in Doğu Türkistan'daki halka uyguladığı zulmün en önemli nedeni halkın Müslüman olmasıdır.
Komünist çin bölge üzerindeki yönetimine en büyük engel olarak Müslümanlığı görmektedir. Halkı dininden vazgeçirmen için her türlü baskı yöntemini kullanan v9in en etkili dönemini diktatör Mao nun 1966-1976yıllları arasında uygulattığı kültür devrimi zamanında yaşadı. Camiler yıkıldı, toplu ibadet yasaklandı, kuran kursları kapatıldı, çinliler Müslümanları taciz etmek için her yola başvurdular. İnsanların dinden soğutulması için yoğun çaba harcandı. İşgalle birlikte ne kadar siyasi önder, aydın, bilim adamı, din adamı, zengin, kanaat önderi varsa tutuklanmıştır. Sözde halk mahkemelerinde savunma hakları ellerinden alınan insanların birçoğu kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Birçoğu da ağır cezalarla hapislerde çürümüştür. Çin, öndersiz kalan halkı istediği gibi yönetme imkânı bulmuştur.
"Doğu Türkistan 1949 da Çin tarafından işgal edildiğinde bölgede çinli göçmen nüfusu yerel halk olan Uygurlara oranla yüzde 3-5 civarındaydı. Bu gün ise Çinin asimile etme projeleri neticesinde neredeyse yüzde 40-50 ye ulaşmıştır". Doğu Türkistan'ın günümüzdeki durumu işgal edildiği ilk günden farksız hatta daha kötü hale gelmiştir. Yerli halkın dinlerini rahatlık la yaşamasına kesinlikle izin verilmemektedir başörtüsü sakal yasaklanmıştır. Ve Asimile politikası hala devam etmektedir.

GULCA KATLİAMI 
5 Şubat 1997 tarihinde,1949 yılından beri çin işgali altında bulunan Doğu Türkistan’ın Gulca vilayetinde Çin işgalcileri tarafından bir katliam gerçekleştirildi.
5 Şubat çarşamba günü Kadir gecesi olması münasebetiyle bir evde toplanarak Kuran okumakta olan bir grup Doğu Türkistanlı kadın, Çin in sözde güvenlik güçlerinin ani  baskısına uğradılar. Bu kadınlar dipçik darbeleriyle polis merkezine götürüldüler. Bu duruma tepki gösteren halkın polis merkezinin önüne gelerek çin polislerinin suçsuz yere tutuklamak  istedikleri kadınların bırakılmasını istemeleri üzerine iki Doğu Türkistanlı kadının cesedi kalabalığın önüne atılır.
Çinli polislerin bu insanlık dışı davranışlarının karşısında galeyana gelen silahsız halkın  üzerine makineli tüfeklerle ateş açılır. Bu şiddetli kurşun yağmuru altında yüzlerce Doğu Türkistanlı hayatını kaybeder.
Bundan sonra ise, Çin polislerinin durumu kontrol edebilmesi imkânsızlaşmış, halk ellerine geçirebildikleri aletlerle Çin işgal güçlerine karşı topyekûn bir milli ayaklanma başlatmışlardır.
Çin güvenlik kuvvetleri Gulca ayaklanması sırasında 400 Doğu Türkistan Türk ünü olay yerinde şehit etmiş, pek çoğunun ağır yaralanmasına sebep olmuş ve ilk aşamada 2000 kişiyi tutuklamıştır.
Ölen 400 kişinin 16'sı havanın aşırı soğuk olması ve üzerlerine sıkılan tazyikli su nedeniyle donarak ölmüş,90 ı dövülerek öldürülmüş ve 160 ı da Çin kuvvetlerinin açtığı ateşle şehit edilmiştir.
Çin yönetimi, Gulca ve civarındaki bütün doktorlara bir genelge göndererek ayaklanma sırasında yaralananların tedavilerini yasaklamış, tedavi edenlerin ağır cezalara çarptırılacağını duyurmuş ve böylece pek çok Doğu Türkistanlının hayatını kaybetmelerine ve ya sakat kalmalarına sebebiyet vermiştir.
Aynı gece yapılan ev baskınları olayının sadece Gulca vilayetinde değil, eş zamanlı olarak birçok vilayet ve bölgelerde yapıldığı ve sudan sebeplerle insanları evlerinden çıkartıp kurşuna dizdikleri haberi alınmıştır.



-KUMSAL KATLİAMI - Aybüke TOSKA

Tarih : 23 Aralık 1963

23 Aralık gecesi ev sahibi Hasan Yusuf Gudum, eşi Feride Gudum, Meriçli Ayşe,  kucağında 2 yaşında ki kızı Işıl ve Ayşe hanımın kız kardeşi Növber İbrahimoğlu daha güvenli olduğu düşüncesi ile Kıbrıs Türk alayında görevli Tabip Binbaşı Nihat İlhan'ın evine sığınmışlardı.

EOKA milisleri ve yunan subaylarının komutasında ki rum birlik evin kuzeyinde ki servis un fabrikasına mevzilenmiş, fabrikanın en üst katında kum torbalarından yüzü Türk bölgesine dönük korugan yapmıştı. Türk evlerine yaptıkları saldırılarda atış desteği vermek ve düşman ateşinden korunmak için kurulmuştu. 

Hasan Yusuf Gudum dışarda gözcülük yaparken evin batı tarafından geçen kanlı derenin diğer kıyısından silah sesleri duyulmaya başladığı zaman Hasan bey büyük bir telaş ile içeriye girip  "rumlar bizi basıyor" diyerek evdekileri uyarmıştı. 
Biraz sonra eve kurşun yağmaya başladı, içerde ki 9 kişi elektrikleri kapattı ve evin güvenli olduğunu düşündükleri yerine girdiler. 

Dr. İlhan eşi Mürvet hanıma "eğer ateş olursa duvardan duvara geçecek kurşunlara hedef olmazsınız, banyo sizi korur." dediği için Mürvet hanım 6 aylık Hakan'ı kucaklar, 6 yaşında ki Murat ve 4 yaşında ki Kutsiyi de alarak banyoya doğru koşar, arkalarından Növber Hanım, Ayşe Hanım ve kızı, Hasan Dede hep birlikte banyoya girip korunmaya çalışırlar. 

Yıllarca Türk'lere kapı komşuluğu yapan Ermeniler bölgenin savunmasız olduğunu telsizle Rumlara bildirdikten sonra EOKA cı milisler kanlı dereyi yürüyerek geçmişler ve Akritas planında belirtildiği gibi dağılmışlardı. 
Savvas selisin grubu  "Enosis" nağraları atarak ateş açmaya başlar. Evlere uzaktan ateş ederler, özellikle köşede ki beyaz tek katlı eve ateş ederler ve evde bulunan birisi ateş edip vurulabilir düşüncesi ile üç kişi yolun solunda ki eve doğru yönelirken beş kişide sağ köşede ki beyaz tek katlı binaya geçer. 

Beyaz evden kendilerine karşı ateş açılmayınca daha da cesaretlenen rum caniler evin girişine gelip kilide ateş edip içeri girerler odada ki tüm canlıları öldürmeleri söylenmişti. Odalara teker teker ateş açarlarken, banyoya sığınan Türk'ler rumların kendilerini bulmaması için dua ediyorlardı. Rumlar kapıları kapalı banyo ve tuvalete yöneldiler, "Enosis" çığlıkları altında tüm mermiyi kapıya boşalttılar. Kapıyı sıkı sıkı tutan Növber Hanım elinden yaralanarak kapının önüne yığılır. Rumlar Növber Hanımın kapı önüne yığılması nedeniyle kapıyı sadece aralayabildiler. 
O aradan içeriye ateş ederler küvetin içinde ki Münevver Hanım ve çocukları o anda şehit olurlar.

 Etraf kan gölüne döndüğü için rumlar herkesi öldürdüğünü sanıp tuvalete yönelir. Kapının arkasına sığınmış Feride Nine başına isabet eden kurşunla şehit olur. 
Feride nine ile banyoya çocuklarıyla saklanan Mürvet hanım ve çocukları şehit olurken, Hasan Yusuf Gudum ile birlikte Ayşe hanım ağır yaralanır. 

24 Aralık gecesi yapılan baskın arkasında yunan alayına mensup subayların ve askerlerinde katliama katıldıklarını belgeleyen kanıtlar bıraktı. Saldırganların geri çekilirken terk ettikleri malzemeler arasında yunan subay şapkaları, yunan ordusuna ait çelik başlıklar ve NATO ya ait bazuka malzemeleri ile mermi kovanları vardı. 

Kumsal katliamı 'nın mimarı "papadapulos" varsayılmaktadır. 

Rum çeteciler, Kumsal bölgesinden çekilirken, kadın, erkek, yaşlı ve çocuk ayırımı yapmaksızın yüzlerce Türkü de dipçik darbeleriyle önlerine katıp götürdüler. Kaçırılan Türklerin bir bölümü kurşuna dizildi.

Rum gazetelerde son zamanlarda çıkan itiraflara göre, beraberinde erkek, kadın,çocuk ve yaşlı yaklaşık 200 Kıbrıslı Türk esir getiren EOKA’cı Tasos Marku, operasyonu fiilen idare eden Rum Bakan’a telefon eder ve ne yapması gerektiğini sorar. Telefonun öbür ucundaki Rum Bakan kendisine eli silah tutabilecek erkeklerin öldürülmesi talimatını verir  .

-KIBRIS BARIŞ HAREKATI - Aybüke TOSKA

20 Temmuz 1974 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti Türk Silahlı Kuvvetlerinin Garanti antlaşmasının 3. maddesine istinaden gerçekleştirdiği askeri harekat. 
Temmuz ayında Yunanistan desteği ile Rumlar Kırıs'ta 3. Makarios'u devirmişlerdi. Böylece kıbrıs'ın Yunanistan'a katılmasının ilk adımları atılmıştı. Başbakan Bülent Ecevit konuyu konuşmak için İngiltere'ye gitti. 

-İLK HAREKAT-
20 Temmuz sabahı Türk paraşütçüler Lefkoşa yakınlarında inerek girneye çıkartma yapan birliklerle buluşacaktı. 

-BEŞPARMAK DAĞLAR - 
Askerler birliklerle birleşmek için dağları aşmak zorundaydılar, fakat beşparmak dağlarında beklenmedik taarruz ateşi başladı, her kayanın altı temizlenmeli, düşmanları imha ederek ilerlenmeliydi. Fakat askerin hızı yavaşlıyor, gücü düşüyor, buluşma zorlaşıyordu. Hava karardığında helikopterler yardım edemediler. Hava karardığı için denizden gelen taş desteğide kesildi. Mehmetçik beşparmak dağlarında tek başına kaldı. Sabahın ilk saatlerinde gök yüzünde Türk jetleri göründü. Mehmetçik gece boyu başarıyla direnmişti. Hava, deniz ve karadan gerçekleştirilen harekat sonucu Rumlar bastırıldı. Fakat çevreye dağılan Rum çeteleri Türk köylerine tacizde bulunmaya başladı. 

-CENEVRE GÖRÜŞMELERİ-
Türkiye Kıbrıs üzerinde ki bütün Türk'lerin güvenliğini sağlamak istiyordu. Ateş kes şartları kabul edilmiş gibi gözükse de Rumların asıl hedefi Türk askerini Kıbrıs’tan çıkartmaktı. Cenevre de ki görüşmeler sürerken adada ki TÜRK köyleri tehdit altındaydı. Her dakika önemliydi ya harekat devam edecek y da bir antlaşma sağlanacaktı. Görüşmelerden bir sonuç çıkmayacağını anlayan dış işleri bakanı Ankara'yı aradı ve o tarihi cümleyi kurdu  " Ayşe tatile çıkabilir". 
2. Harekatın parolası olarak bu cümle seçilmişti. Harekat kısa süre içinde başarıyla sonuçlandı. Bölgede yaşayan Türk halkının güvenliği sağlandı. Zafer sonucunda Türkiye birbirine daha sıkı kenetlendi. 

-AMBARGO DÖNEMİ-
Daha Kıbrıs harekatı gerçekleşmeden, Temmuz ayının başında haşhaş ekimi serbest bırakıldığı için ABD Türkiye 'ye ambargo uygulama kararı almıştı. Üzerine bir de batının istemediği Kıbrıs barış harekatı eklenmişti. Türkiye ekonomik sıkıntı yaşayacağı döneme girdi. 

-KIBRIS TÜRKİYE İÇİN NEDEN ÖNEMLİ?-

*Adalar balkanlar ve Doğu Avrupa 'dan gelecek saldırı hareketi için stratejik bir köprüdür. 

*Adalar Anadolu' ya yapılacak bir çıkarma ve saldırıyı kolaylaştırır. 

*Bu bölgenin iklimi her türkü askeri harekat koşullarına uygun olduğu için saldırılara açıktır. 

*Bölgenin coğrafi koşullardan dolayı Trakya ve Batı Trakya 'nın işgalini, ordan da Ege denizine inişini kolaylaştırabilir. 

*Coğrafi açıdan Anadolu' nun bir uzantısı Doğu Akdeniz ve Orta Doğu 'nun kontrol kulesi niteliğinde olan bu ada yabancı güçlerin eline bırakılamaz. 


*Her ne pahasına olursa olsun Kıbrıs’ı Rumların ve diğer güçlerin irade ve  otoritesine terk etmek Türkiye vatandaşlarının 1000 yıl sonra Anadolu' dan Orta Asya 'ya çekilmesinin geri dönüşü olmayan bir yoldur. 

-KIRIM-TATAR SOYKIRIMI - Fatma Betül YÜKSEL

Kırım-Tatar Türkleri uzun yıllar dönemin komünist Sovyetler Birliği rejim lideri Stalin ile Nazi Almanyası arasında kalmış bir millettir. Almanlar, 2.Dünya Savaşı sonuna kadar Kırım'da hakimiyet kurmuşlar ; ancak savaş sonunda Sovyetlerin bölgeyi tekrar ele geçirmesi Kırım-Tatar sürgününün de habercisi olmuştur.
1944 yılında 17 Mayıs gecesi Kırım'da yaşayan Kırım Tatarları'nın kapıları çalınmaya başladı. Stalin Rusyasının askerleri , onlara 15 dakika içinde hazırlanarak meydanlara toplanmalarını emrediyorlardı.
Kadınlar, çocuklar, bebekler, yaşlılar, savaşamayacak durumda olan erkeklerden  oluşan 423 bin Kırım Tatarı gecenin bir yarısı, hayvan vagonlarına istif edilerek ‘Sovyetler Birliğine ihanet’ suçlaması ile vatanlarından Sibirya'ya sürüldü. Oysaki aynı gece 50 bin Kırım Tatar erkeği Hitler Almanyası'na karşı cephede savaşıyorlardı. Bu yolculukta Kırım Tatar Türkü açlıktan hayatını kaybetti. Ölüleri ise yol kenarlarına bırakıldı. Bir çoğunluğu ise kan zehirlenmesinden hayata gözlerini yumdu.

Yolculuk bittiğinde ise o hayvan vagonlarının neredeyse yarısı boşalmıştı. Kırım Tatarları sürgünde 195 bin insan kaybetti. Sürgün yerine ulaşan çoğu Kırım Tatarı ise pamuk tarlalarında köle gibi çalışmak zorunda bırakıldı. Bu süre içinde de bir sürü insan bulaşıcı hastalık ve yetersiz beslenme gibi sebeplerden hayatını kaybetti. Bu sırada bu sürgün operasyonunu çok kısa sürede tamamlamayı büyük bir başarı olarak gören Sovyet ordusu, Arabak isimli Kırım Tatar köyünü gözden kaçırdığını fark edince hemen harekete geçtiler. Köy halkı bir gemiye dolduruldu ve bu gemi bilinçli bir şekilde Karadeniz ortalarında batırılarak, Arabak köyü Tatar Türkleri acımasızca katledildi. Kırım Tatar Türklerinden sonra boşa kalan Kırım Yarımadası'na ise Ukrayna, Polonya ve Moskova'dan getirilen yüz binlerce Slav kökenli aile yerleştirilmiştir. Dolayısıyla Kırım Türklerinden kalan mallar bölgeye yeni yerleştirilen Slavlar tarafından yağmalanmıştır. Geçen zaman içerisinde çok gez Kırım'a dönme umudu ve çabası hiç bitmemiş. Kırım Tatar sürgünü mağdurlarının sesleri Sovyetler Birliği yönetimi tarafından bastırılmış olsa da halk her zaman geri dönüş yollarını aramıştır. 1980’li yıllara yaklaşıldığında ise Gorbaçov'un yönetime geçmesiyle sürgüne ve çeşitli baskılara maruz kalan bütün toplulukların haklarını kısıtlayan hükümleri ardarda kaldırarak bu halklara haklarının ve itibarlarının iade edildiğini, bütün bunların devlet garantisi altına alındığını açıklayan dekorasyonu yayınladı.
1987 yılında Kırım Tatarları, vatana dönüşlerinin engellenmesine karşı Kızılmeydan'da yaptıkları gösterilerle dünya gündemine oturdu. 1989’da ise bütün engellere rağmen sürgün yerlerinden Kırım'a topluca dönüşler başlattılar. Bu süreç sonunda 250 binin üzerinde Kırım Tatarı vatanına dönebildi.


-KAZAK TÜRKLERİ'NE YAPILAN SOYKIRIM - Fatma Betül YÜKSEL

17. ve 18. Yy başlarından itibaren Rusya'nın dünya sahnesine çıkmaya başlaması ile birlikte çevre devletler en korkunç dönemlerini yaşamaya başladı. Ruslar etrafta yaşayan gayri-Ruslar a güçlerini kabullendirmeye ve onlara karşı soykırım siyasetini gerçekleştirmeye başladılar. Kazakistan Devleti de Rusların bu korkunç soykırımına talihsiz bir şekilde maruz kalan bir Türk devleti olarak karşımıza çıkıyor. 18.yy ortalarından başlayarak Kazakistan'a kanlı ellerini uzatan Rusya 19.yy ‘ın 60.yıllarında bu kadim Türk yurdunun işgaline başladı. Kazak halkını esaret altına aldılar. Bundan sonra da Ruslar düzenli olarak Kazakları asimile etmeye ve  tarihin sayfalarından yok olup gitmesi siyasetini uygulamaya başladı. Kazakların bu duruma biraz bile karşı çıkmaları topluca ölümlerine neden olacağından Rusların bu vahşice yaptığı soykırıma sessiz kaldılar.

Neticede git gide Kazak sayısı azalmaya başladı. Rus zulmüne dayanamayan Kazakların bir bölümü komşu ülkelere göç etmeye mecbur kaldılar. Ama Kazaklar en vahşetli günlerini Rusya'da Bolşevikler ülkenin başına geçtiği zaman yaşadı. Bolşeviklerin Kazaklara karşı en ağır soykırım siyasetinin esası 1919-1920. Yıllarda koyuldu. 1.Dünya Savaşı sonrası ekonomisi baştan başa dağılan, açlığın darbelerinde boğulan Bolşevik Rusyası kendini kurtarmak için esareti altındaki gayri-Rusları yağmalaya başladı. İlk hedefleri ise Kazaklar oldu. 1919 yılının Ocak ayında önemli tedbirleri hayata geçirmeye başladılar. Kazakların yaşadıkları topraklara gelerek toplu bir şekilde onların mallarını ellerinden aldılar ve karşı koymaya tenezzül edenleri orada kurşuna dizdiler. Bu dönemde göçebe hayatı süren Kazakların ellerinden sığırlarını zorla alıkoyulup bu şekilde ölüme terk edildiler. 
Bolşevik Rusya'sının aç karnını doyurmak uğruna Kazakların elinden yaşayabilmeleri için en zaruri olan erzak mallarını ve hayvanları zorla almak siyaseti sonucunda halkın büyük bir kısmı yok edildi. Bununla alakalı araştırmacı Turar Rıskulov'ın yazdığı “Ölenlerin sayısı çok fazla rakamlarla ifade olunur.” İfadesiyle birlikte kaynaklar bu devirde tahminen 1 milyon 114 bin Kazak insanının yok edildiğini gösterir. Ve Sovyet tarihçileri ise bunun doğru olmadığını savunurlar.
Sovyet Rusya'nın kurtarılması için hiçbir günahı olmayan milyonlarca Kazak insanı ölüme göndermek ise sadece Kazak halkının değil, insanlık tarihinin en kara sayfalarından biri hesap edilebilir.

Bu soykırımın politikasının köklerinin ise Rus faşizminin, Rus vahşetinin kendisine özgü olduğunu aktarmak gerekir. Ama Ruslar Kazak halkını açlıkla yok etme politikasından vazgeçmek niyetinde değildiler. Bunu bu olaylardan 10 yıl sonra Rusya'nın Kazak halkına yaptığı yeni soykırım siyaseti kanıtladı.
Koloşekin Moskova'nın kendisinden ne talep ettiğini ve liderliğin verdiği görevin arkasında Kazaklar'ın toplu bir şekilde yok edilmesi ve bölgenin Ruslaştırma politikasının dayandırdığını çok iyi anladı. İlk olarak Kazaklar'ın az çok tanınmış aydınlarını hedef aldı. Bu aydınların bazılarını yabancı ülkelere casusluk yapmak, bazılarını sapkınlıkla ve hükümetin hayata geçirdiği siyasete uymamak gibi bahanelerle kurşuna dizdi veya Sibirya'ya gönderdi.

Kazak Halkını yok etmek politikası ve açlık metodu 1932-1933 yıllarında yeniden kendini göstermeye başladı. Bu defa da amaç Kazak halkını tamamen yok etmek, ileride Kazaklar'dan gelebilecek herhangi bir tehlikeyi başlamadan bitirmek ve büyük Rumlaştırma politikasını bu bölgede tamamlamaktır. Bu iki soykırım neticesinde tahminen Kazakistan nüfusunun %49’u (1.8-2 milyon) ölmüş ya da başka ülkelere göç etmeye mecbur kalmıştır. Bildiriler deki diğer açıklamalarda ise 1916 yılında Kazaklar'ın sayısı 6 milyon insandı ; ancak 1918-1933 yıllarında toplu şekilde öldürülmeler sonucunda 2.5-3 milyon insana kadar azaldı. 

TÜRKİYE'DE ÇOCUK İSTİSMARI VE PEDOFİLİ-Aykız Gülşen SAKA

           Çocuk istismarı, çocuklarda ciddi morbidite ve mortaliteye neden olan sosyal ve medikal bir problemdir. Tanım olarak; çocu...